Profil Resmi

VASIFSIZLARA KARŞI İŞ ZEKASI DEVRİMİ

İş dünyasında başarı kavramı, artık içi boş ve anlamsız bir hale geldi farkındaysanız. Çünkü herkes çok başarılı artık, herkesin uyduruk bir başarı hikayesi var. Ortalamanın altında bir zekaya sahip olmasına rağmen sadece kendisinin akıllı olduğunu zanneden insanlar artık iş hayatında daha saygın bir yer edinmeye başladı. Normalde “Amaaan, şuna bak, bir bok bildiği yok ama havasından geçilmiyor” diyerek omuz silkip burun kıvıracağımız tipler günümüzde kariyer basamaklarını üçer beşer çıkarak kritik pozisyonlarda önemli koltuklara oturur hale geldi. LinkedIn’de team leader, manager, senior, supervisor gibi prestijli etiketler havada uçuşuyor. Normal, düz personel görüyor musunuz LinkedIn’de, yani ben pek göremiyorum. Herkes çok başarılı, başarılı olmayan bir beyaz yakalı yok neredeyse.

Bir kelimeyi defalarca tekrar ettiğimizde o kelimenin anlamı zihnimizde yavaş yavaş bulanıklaşır. Semantik doygunluk adı verilen bu olaya başarı kavramını örnek verebiliriz. Herkesin acayip başarılı sayıldığı bu toz duman arasında başarı deyince artık zihinlerde anlamlı bir imge oluşmuyor haliyle. Peki bir zamanlar küçümseyip dalga geçtiğimiz o “vasat egosu” neden bugün insanları kariyer sahibi yapan bir özellik haline geldi? Yetenek, zeka, iş ahlakı gibi faktörler zamanla nasıl değersizleşti? Bu sistem vasıfsızları, yeteneksizleri neden bu kadar el üstünde tutuyor? Aptallar devrim yapıp sistemi ele mi geçirdi, yoksa aptalların yükselişi, önceden planlanmış bir hedefe ulaşmak için tasarlanan geçici bir süreç mi?

Vasıfsızların ve aptalların tabiri caizse “şımarmaya” başlaması aşağı yukarı pandemi zamanına denk geliyor. Fakat aslında olayın kökenine indiğimizde 1968 mayıs olaylarından sonra düğmeye basıldı. Çünkü 68 olayları sistemin başındaki insanlara bir şey öğretmişti: akıllı bir toplum, sistem için çok tehlikeli. İnsanlar akıllandıkça isyan edip sistemi yıkmaya çalışıyor. Kölelerin dünyasında akıl, zeka ve farkındalık, sistemin sürdürülebilirliği karşısındaki en büyük tehdit. Bu yüzden tüm dünyada ilkokuldan üniversiteye, her kademede eğitim sistemiyle ilgili önemli değişiklikler yapıldı. İnsanların kendi aralarında yarıştığı, birbirine üstünlük kurarak öne geçmeye çalıştığı, tamamen meslek sahibi olma odaklı, adeta horoz dövüşü formatında bir eğitim sistemi tasarlandı. İnsanların büyük resmi görmemesi, dünyada işlerin nasıl döndüğünü ve bu sistemin nasıl işlediğini düşünmemesi gerekiyordu. Dünyada bu amaca hizmet eden dört büyük sektör var: silah, uyuşturucu, medya ve eğitim. Eğitim tarafında işlem tamamdı, bu işin en kolay kısmıydı belki.

Sürecin medya koluna reklamları, dizileri, televizyon programlarını, futbol maçlarını, sosyal medyayı falan dahil edebiliriz. Zihnimizi asıl anlamamız gereken gerçeklikten uzaklaştıran ve ruhumuzu uyuşturan bu aparatların yüksek dozda tüketilmesi sonucu kafamız güzel oldu ve götümüzden başarı, kariyer, liderlik gibi salak saçma halüsinojen kavramlar uydurmaya başladık. Bizim bu hale geleceğimizi sistemin başındakiler zaten biliyordu. Her şey olması gerektiği gibi oldu.

Şimdi ben böyle sistemin başındakiler falan deyince “dünyayı 5 büyük aile yönetiyor, bize çip takacaklar” gibi bir kanaldan konuştuğumu zannetmeyin. İnanın dünyadaki sistem çok daha derin ve zekice yönetiliyor. Bazı komplo teorileri, gerçekliğin küçük bir parçasını alıp onu komik bir hale getirerek insanların dalga geçmesi için tasarlanır. Çoğunluk dalga geçtiğinde amaca ulaşılmış demektir. Ezoterik kavramlar zamanla egzoterik hale getirilir. Zira gerçeğin gözle görünen küçük bir kısmını mantıksız ve absürt bir şekle sokarsanız, gerçeğin görünmeyen büyük kısmını daha iyi gizlemiş olursunuz. Reklamlar bu teknikle çalışır mesela. Gördüğümüz her reklam, kendi algısını yaratmak isteyen basit bir komplo teorisidir aslında. Reklamdaki zehir, ürünü satın aldığımızda o ürün reklamındaki insanlar gibi mutlu olacağımız sanrısıdır. Bu zehirleme yöntemi, futbol takımları veya siyasi partiler için de kullanılır. Buradaki önemli kısım, insanlara “bak bunu yaparsan çok mutlu olursun, bak böyle olursan çok süper olursun” diyerek kitlelerin beynini yıkamaktır. Hmm, öyleyse bu yöntemle kitleleri aptallığa özendirirsek, onları daha kolay yönetip idare ettiğimiz güçlü bir sistem oluşturabiliriz, öyle değil mi?

Kesinlikle!

Artık işimiz kolaylaştı. Mantık çok basit: insanları köleleştirmek için, onları aptallaştırmamız gerekiyor. Bunun için en pratik yöntem, insanları aptallığın avantajları konusunda ikna etmek. Bu süreçte aptallara para, kariyer ve saygınlık verip, yeteneklilere ikinci sınıf muamelesi uygulanacak. Zeka, bilgi, ahlak gibi nitelikler değersiz hale gelirken; bunların yerini yalakalık, işgüzarlık, dedikodu, boşboğazlık, cinsellik, fitne fesat dolduracak. Bu yöntem, silah ve uyuşturucudan daha ekonomik ve daha sevimli bir yol.

Pandemiyle beraber insanlar kendi başlarına kaldıklarında da hayatın devam ettiğini öğrendi. Yani bir araya gelmek, birlikte bir şeyler yapmak yerine, tek başına olmak ve sadece kendi bireysel çıkarları için mücadele etmek daha efektif bir zorunluluk haline getirildi. Sosyal medya insanların içgüdüsel anlamda açıkta kalan paylaşma ve beğenilme açlığını büyük ölçüde gideriyordu zaten. Bu süreçte insanların övülme ve takdir edilme istenci körüklendi. Kimisi influencer oldu, kimisi özel sektörde terfi alıp birbirinden havalı title sahibi oldu. Yöneticiler bu süreci destekliyordu, çünkü onların da çoğu aynı seçme ve eleme sistemiyle oraya gelmişlerdi. Vizyonsuz yöneticilerin pohpohladığı vasıfsız elemanlar, yeni iş modelinin kaliteli personel kadrosunu oluşturuyordu. Bilgisayardan anlamayan, İngilizce bilmeyen takım liderleri devasa plazalarda ekiplerin başına getiriliyor, onlar da adeta “vasıfsızlar da vardır” diye haykırırcasına selfie çekinip story’ler atıyordu. Nikotin, kahve ve protein tozundan oluşan donanımsız beyinler bilgisayar başında salla başı al maaşı modunda takılır hale geldi.

Yöneticilerin büyük bir çoğunluğu, yakalarına kırmızı kurdele taktıkları veliahtlarının kendileri gibi vasıfsız olduğunu çok iyi biliyor. Ama bu sorun değil, çünkü halihazırda vasıfsızların zeka konusundaki açığını kapatan mükemmel bir teknoloji var: adına yapay zeka diyorlar! Yani artık yaratıcı, akıllı ve bilgili elemanlara gerek yok. E iyi, tamam da madem işleri teknolojinin nimetleriyle gayet iyi yürütebiliyoruz, peki öyleyse aptallar ne işe yarıyor? Onlara niye kariyer fırsatı tanıyalım? Cevabı çok basit: onlar yöneticilerin egosunu tatmin etmek için var! Yapay zeka bu konuda yetersiz. Makinelere yalakalığı öğretebilirsin ama geleneksel alışkanlıkları itibariyle insan egosu yine kendisi gibi etten kemikten insanlar tarafından övülmek ister. Yönetici olmanın tadını çıkarmaları gerekir; ki diğerleri de onun gibi olmak istesin, diğerleri de yükselme açlığı çeksin. Her aşamada yeni bir yetki alarak başarı basamaklarını tırmandığını hissetmezsen, en tepeye çıkmak için hayaller kurmazsan, neden çalışmak isteyesin ki? Bununla birlikte aptalların ikinci bir görevi daha var; bilgili ve yetenekli azınlıkları yıldırıp zeka ve ahlak kavramını olumsuz bir hale getirmek. Böylece aptallar plazalara, akıllılar psikologlara…

Eeee, “cehalet mutluluktur” anlayışını neden bilinçaltımıza soktular sanıyorsunuz?

Şimdi tabii burada büyük resmi mümkün olduğunca karikatürize ederek anlatmaya çalışıyorum. Yoksa sistemi tüm yönleriyle ele alıp sosyal ve ekonomik boyutlarıyla saatlerce anlatabilirim. Ama şimdilik buna gerek yok.

Buraya kadar sistemin nasıl şekillendiğini, vasıfsızların nasıl yükselişe geçtiğini, aptallığın nasıl hüküm sürdüğünü basitçe açıklamaya çalıştım. Şimdi gelelim bu sürecin bizi nereye götürdüğüne. Yani eeee, şimdi ne olacak?

Ne olacağını ben şimdiden söyleyeyim size. Olayın ciddiyetinin farkında olmayan, sürecin rehavetine kendini kaptırıp “ooo valla ben paçayı kurtardım, benim tuzum kuru, ben böyle buradan devam ederim” diyenlerin elinde patlayacak. Çünkü bu sadece bir geçiş süreci. Yeteneksizlerin ve aptalların yükselişi elbette bir süre daha devam edecek. Aklı başında olanlar dışlanacak, uyumsuz ve yetersiz yaftası yiyecek. Vizyonsuz patronlar vasıfsız elemanları sisteme sokacak; üreten ve geliştiren beyinleri sistemin dışına atacaklar. İş dünyası, körlerle sağırların birbirini ağırladığı bir kısır döngüye dönüşecek. Aslında çoktan dönüştü ama amacını henüz tamamlamadı.

Etrafınıza bakın, beden gücü gerektiren işlerde çalışacak kalifiye eleman bulmak iyice zorlaştı. Çünkü kimse mavi yakalı olmak istemiyor. Daha geçen haftaya kadar atölyede demir döven, ayakkabı tamir eden, marangozluk yapan zanaatkarlar bir anda mesleğini bırakıp “hele ben şu şirkette kreatif direktör olayım” diyerek yırtık dondan fırlar gibi piyasada beliriyor. Üstelik oluyorlar da. Gerçekten oluyorlar. Özellikle bilişim, reklam, televizyon ve hizmet sektöründe önemli pozisyonlar, birilerinin eteğine yapışıp bir anda torna tezgahından masa başına geçiş yapan beyaz yakalı vasıfsızlarla dolu. Para sayamayan muhasebe sorumluları, iki lafı bir araya getiremeyen mağaza müdürleri, boş kağıda çöp adam çizemeyen tasarımcılar, imla kurallarından haberi olmayan içerik yazarları, iletişim özürlü organizatörler, pedagoji bilmeyen eğitimciler, birilerinin forsuyla unvan kazanan akademisyenler, dergilere tonla para ödeyip yazılarını rüşvetle yayınlatan sözde yazarlar… CV’lerini bu yalanlarla süslüyorlar. Her yer bunlarla dolu ve sayıları her geçen gün hızla artıyor.

Bunun sonucunda ne oluyor? Tüketici tarafından bakarsak satın alma gücü düşüyor. Çünkü fiziksel emek gerektiren işleri yapacak eleman sayısı yetersiz. Yeni eleman da yetişmiyor. Döner kesecek, garsonluk yapacak, kasada duracak, araba tamir edecek, musluğun contasını değiştirecek eleman yetişmiyor. Çıraklar işi bıraktı, plazalarda junior oldu. E böyle olunca bu işleri yapan azınlığın emek gücü değer kazanıyor tabii. Dolayısıyla parayla satın alınan ürünlerin ve hizmetlerin fiyatı absürt seviyelere geliyor. Ki inanın bunlar iyi günlerimiz. Mavi yakalı olması gerekenler beyaz yakalılar kervanında kendine yer edindiği sürece bu fiyatlar astronomik rakamlara ulaşacak ve ilk önce tüketici patlayacak. Tüketici satın alamazsa ne olur? Sistemin vasıfsızlar zincirinde ilk bomba fitillenmiş olur. Eeee? Para girişi de olmayınca… yahu söylettirmeyin işte, orasını da siz düşünün artık.

Ama öyle veya böyle, sürecin sonunda her şey olması gerektiği hale gelecek, merak etmeyin. Zihinsel yetenekleri zayıf olanlar, haksız yere oturdukları koltuklardan indirilecek. Özenle ayıklanan vasıfsızlar, bedensel emek gerektiren pozisyonlarda istihdam edilecek. İş dünyasında adalet sağlandığında, bu kaos sona erecek ve böylece hem üreticiler hem de tüketiciler rahat bir nefes alacak. Aklın, yeteneğin, nezaketin ve ahlakın ışığı, vasıfsızları rahat koltuklarından edecek. O güne kadar çok daha komik, çok daha absürt sahneler görmeye devam edeceğiz.

Hani diyorlar ya, “robotlar dünyayı ele geçirecek, yapay zeka bizi yenecek, makineler insanlığı bitirecek” falan diye. Bu şimdilik biraz düşük bir ihtimal olsa da iş dünyasındaki gidişat bu ihtimali her geçen gün yükseltiyor. Vasıfsızların aşağı indirildiği ve yetenekli insanların yükselişe geçtiği bir iş zekası devrimi gerçekleşmediği sürece, maalesef o dalga geçtiğimiz yok oluş ihtimalini güçlendiriyoruz.

Benim bu anlattıklarımı saçma veya sinir bozucu bulanlar olabilir. Yani bu sistemin meyvesini yiyenler neden sistemden şikayetçi olsunlar ki. Onlara o çok güvendikleri ve adına “kariyer” adını verdikleri fare kapanında başarılar diliyorum.

Ama biliyorum, bu saçma rüyadan gerçekliğe uyanan küçük bir azınlık da var. Onlar ki aklını ve ruhunu itinayla sistemin dışında tutarak dünyayı izliyor. Uykudan uyananlara ve farkındalığın muzip tebessümüyle bu tiyatroyu izleyenlere selam olsun.